Sessizce açılan bir pencere kadar hafif, bir nefes kadar yakın...
Akşam pencereden giren rüzgâr… Ne taşıdığını bilmiyorum. Belki uzak bir şehirde yeni soyulmuş bir portakalın kokusu, belki de çocukken yaz akşamları annemin pencereye astığı beyaz tülün arasından sızan o ferahlık. Ama o an, bildiğim tek şey şuydu: Nefes almam gerekiyordu.
Oda sessizdi. Her şey durmuş gibiydi ama ben yavaşça kalktım, pencerenin önüne gittim ve rüzgârı yüzüme aldım. O anda tanıdık bir koku sızdı içime.
Bergamot… Hafif acı, hafif tatlı. Ne tam turunçgil, ne tam çiçek. İçimi açan bir şeydi, zihnimi berraklaştıran, soluk aldıran bir nefes.
Ardından o çiçeksi nefes geldi; neroli. Hafif, zarif ama güçlü… Rüzgârla birlikte gelen ikinci bir dalga gibi.
Sonra derinden gelen bir sıcaklık. O an adını hatırlayamadım ama sonra bildim: kakule. Baharatın yumuşak ve derin sesi, kokunun kalbinde gizli bir sıcaklık.
Hepsi bir aradaydı. O an içimdeki yük azaldı. O akşam, o rüzgârın içinden bu kokunun doğduğunu fark ettim. Biz ona Bergamot Nefesi dedik. Çünkü bu bir kolonya değil; bir nefeslik ferahlık, bir pencere aralığı kadar içe açılan bir anı. Günün sonunda gelen en sade rahatlık gibi…
Sessizce açılan bir pencere kadar hafif, bir nefes kadar yakın.