Doğanın sessizliğinde saklı bir an…
O gün, kalabalıktan kaçtım. Yokuş yukarı çıkan taşlı bir patika vardı, insan seslerinden uzak, yalnızca rüzgârın ve ağaçların konuştuğu bir yer. Yavaşça yürüdüm. Ayaklarım toprağı ezdikçe, içimdeki gürültü de yavaş yavaş dağıldı.
İşte tam orada, sessizliğin içinde bir koku yükseldi. Zencefil çiçeğiydi önce… Serin ama yumuşak bir dokunuş. Hızlı atan kalbimi, ritmini bulan bir su gibi yavaşlattı.
Sonra bir açıklığa çıktım, ve orada, rüzgârla birlikte gelen papatya kokusu vardı. Temiz, duru ve söze ihtiyaç duymayan… Sadece “buradasın” diyen bir sadelik.
Ve tam geri dönmeye hazırlanırken, gözümün ucunda küçük yabani güller… Toprağın içinden gelen o tanıdık huzur: lavanta ve gül. Birlikte, sessizce beni tamamladılar. Ne söylediler bilmiyorum, ama o an anladım. Artık sessizliğin içindeydim, ve içimde bir yer ilk kez gerçekten susmuştu.
Sükûnet, bir dağ yolunda ya da kendi evinin odasında olabilir. Yeter ki kalabalıktan uzaklaşabilesin.
Biz bu kokuyu yaratmadık. Doğa verdi. Bir gün, sessizliğe kulak verdiğimizde, o bize fısıldadı. Biz sadece duyduk… ve sizinle paylaştık.