Nedensiz bir mutluluk, sadece yaşadığını hissetmenin hafifliği…
Bir sabahın coşkusuyla doğdu. O sabah erkendi. Güneş henüz toprağın yüzeyine düşmemişti. Ağaçların arasında dolaşan serinlik, geceyle gündüzün arasında kalan o sessiz vakte aitti.
Yavaşça yürümeye başladım. Ayakkabımın altındaki çamurumsu toprak, hafif bir nemle yumuşuyordu. Kuşlar tek tük ötmeye başlamıştı. Derken… burnuma bir koku geldi.
Önce bergamot. Taze, canlı, uyanık. Gecenin ardından doğan o ilk sevinç gibi… Sessiz bir gülümseme yerleşti içime. Hava hafifti, ama ruhum hafiflemişti.
Hemen arkasından, taşların arkasından sızan bir rüzgâr gibi; nerolinin yumuşaklığı ve kakulenin sıcak, baharatlı vurgusu karıştı havaya. Hâlâ sabahın serinliğindeydim ama içim ısınmaya başlamıştı. Günün vaadi duyuluyordu artık.
Sonra çiçekli bir patikanın kıyısında durdum. Rüzgar bir kez daha esti, ve onunla birlikte limonene’in o saf, narenciyeli ferahlığı doldu ciğerlerime. Gözlerimi kapadım, bir anlığına hiçbir şey düşünmedim. Sadece var oldum.
Sürûr, güneşin ilk ışıklarıyla birlikte gelen o içsel sevinçtir. Nedensiz bir mutluluk, sadece yaşadığını hissetmenin hafifliği…
Bu kokuyu biz yaratmadık. Bir sabah, doğa bize verdi. Biz sadece duyduk… ve sizinle paylaştık.