Sabah gibi taze, anı gibi kalıcı...
Sabahın ilk saatleri… Uyanır uyanmaz pencereyi açtım. Deniz uzakta ama kokusu sanki hemen omzumun dibindeydi. Hava ne soğuk ne sıcak; o tam Ege sabahı işte.
Ayağımın altına değen taşların serinliğini hissederek yürümeye başladım. Yolun kenarında bir limon ağacı, hemen arkasında yavaşça güneşi yansıtan zeytin yaprakları…
Sonra... birden burnuma bergamot kokusu geldi. Taze, sabah gibi, umut gibi… Uyanan bir günün habercisi.
Ardından fesleğenin yeşil canlılığı yükseldi. O kadar tanıdık, o kadar gerçekti ki... çocukken bahçede ezdiğim bir yapraktan fırlamış gibiydi.
Yavaşça ilerlerken, bir rüzgâr geldi deniz tarafından. Siyah çay kokusunu getirdi — belki de sabah yeni demlenmiş bir fincanın içinden, belki de sadece hatırlamak isteyen bir zihinden.
Sonra, kıyıya yaklaştıkça havaya yumuşacık bir şey karıştı: ylang-ylang. Tatlı değil, ağır değil… sadece kucaklayan, sarmalayan bir his.
O anda durdum. Gözlerim kapalıydı. Ne denizi gördüm, ne gökyüzünü. Sadece kokular vardı. Ve biliyordum: bu sabahı bir şişeye koyabilseydim, adı Ege Esintisi olurdu.
İşte Élisé'nin en ferah dokunuşu burada doğdu. Ne fazla, ne eksik. Sadece hafif bir esinti kadar…
Sabah gibi taze, anı gibi kalıcı.